26 Aralık 2017 Salı

SONSUZLUĞA NOKTA - HASAN ALİ TOPTAŞ


   
                 

   Bazen derim, bari okuduğumuz her eser, gerçek hayatımızdaki problemleri çözse de, ruhumuzda açılan gedik ve yaralara merhem olabilse! Ne güzel olurdu, değil mi? Peki! Hiç kendinize sordunuz mu, sevgili okurlar? Ben neden okuyorum, diye!...

  İnanır mısınız bilmem ama ben bu aralar bu soruyu, kendime o kadar çok soruyorum ki... Neden okuyorsun ya da bu nasıl bir kuvvettir ki, seni okumaya itmekte! diyerek, artarak çoğalan bir sürü cevapsız deli sorular.


  Hani zaman zaman kendisiyle kavgaya tutuşur ya bir insan, kısır döngü dediğimiz bir zaman kavramıdır, mücadele etmek zorunda kalınan. Galiba bu aralar aynı durum, şahsımda sirayet etmekte! Hani öncesinde bana " Neden okuyorsun? " diye sormuş olsaydınız, sanki ezberlemişim gibi " Bilgi hazinemi doldurmak ve akabinde olaylara bakış açımda gözle görülür bir aydınlanma yaşamak! " istediğimi beyan ederdim. Her ne kadar yine aynı düşüncede fikri sabit olsam da bazı anlar, bunca çabaya değer mi, demekten kendimi de alamıyorum. Karşımda muhatap olmak zorunda kaldığım birey, sırrıma vakıf olamadıktan sonra... 

  Meseleye hangi açıdan bakarsanız bakın, üzülen taraf siz olduktan sonra, haklı olmakta benim nazarımda bir anlam ifade etmemekte!...

  Bu düşünceler içerisinde yolumu kaybetmişken, eserler önümde minyatür bir dağ misali yığılmış olsa da, elim hiç bir eseri okumaya varmadı. Belki de, sergilemiş olduğum kararsızlık içeren davranışım, zavallı insanlığımı ekarte etme gayesiydi. Kim bilir...


  Her yeni gün yeni umutlara, belki de yeni hüzünlere gebedir, denilir ya! Bir umut başladım eseri okumaya. Tereddütlerim olmadı, dersem yalan olur. Çünkü öncesinde kendimce yazarı tanımak adına, baş koyduğum yolda yanlış bir eseriyle başlamış ve bu yolculuk da başlamadan nihayete ermişti. Her ne kadar "Geçmiş Şimdi Gelecek " isimli eserini okurken hikâyeler arası tıkanmış olsam da, yazarın kelimelerine hayran kaldığımı özenle ifade etmiştim.


  Eserin muhteviyatına değinmem gerekirse, gerçeklere gözlerini kapatarak, kendini aldatır Bedran. İnanmasa da aşkın, aile ve iş sahibi olmanın mucizesine inanmayı tercih eder. Tıpkı hepimizin inanmak istediği gibi...



  Bazı zamanlar Bedran gibi, mutluluk dolu dakikaların ömür boyu süreceğini zannederiz de, kaderden yana şanslı olduğumuzu bile varsayarız. Ne zamana kadar! Tabii ki trajedilerle yoğuruluncaya dek!... O an yaşanılan bütün mutluluk dolu dakikalar yerle yeksan olmuştur ve mutluluk masalmış, deriz. Bir varmış, bir yokmuş. Sanki o zamana kadar, hiç mutlu olmamışız gibi...


  Zavallı Bedran, eşine karşı olan kırgınlığı, kendisine olan öfkesi ve hayata karşı olan isyanı, hep bunların hepsi yolunu bulamaması ve aşkı tam olmadığı için. Aşkı tam olsaydı, yarı yolda bırakılır mıydı, Bedran?


  İnsan sevmeli? Ama neyi sevmeli! Kimi? Nasıl sevmeli?

İnsan gönülden, severse her şey mümkün olur, derler ya! O zaman, Rabbim herkese gönülden sevmeyi nasip etsin!...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

KIRIM